Kaan
New member
4/C 657 Ne Demek? Kamuda Geçiciliğin Kalıcı Yaraları
Forumdaki dostlar, selam. Kamuda çalışmış ya da bir dönem devlet kapısında “kadrolu olma” umuduyla beklemiş herkesin kulağına çalınmıştır bu ifade: “657’ye tabi 4/C’li personel.” Benim için bu sadece bir kanun maddesi değil; bir dönemin çalışma hayatına sinmiş adaletsizliklerin, umutların ve hayal kırıklıklarının sembolü. Çünkü ben de bir dönem bu statüde çalışan arkadaşlarla aynı çay ocağında oturdum, aynı işe girip farklı haklarla yaşam mücadelesi veren insanların hikâyelerine tanık oldum.
657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu ve 4/C’nin Kökeni
Türkiye’de kamu personel sistemi 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na dayanır. 1965’te yürürlüğe giren bu yasa, devletin personel rejimini belirler. Kanunun 4. maddesi kamu hizmetlerini yürüten personeli dört ana statüye ayırır:
- 4/A: Kadrolu devlet memurları
- 4/B: Sözleşmeli personel
- 4/C: Geçici personel
- 4/D: İşçi statüsündeki çalışanlar
İşte “4/C” dediğimiz statü, bu dördüncü maddenin “geçici personel” kısmına denk gelir. Yani devletin ihtiyaç duyduğu süreyle, genellikle bir yıllık sözleşmeyle istihdam edilen kişilerdir. Ancak “geçicilik” kavramı kağıt üzerinde kalır; çünkü bu insanlar çoğu zaman yıllarca aynı işi yapar, ama hiçbir zaman kadrolu olamaz.
Tarihsel Arka Plan: Özelleştirmelerin Gölgesinde Bir Statü
4/C statüsü özellikle 1980’lerden sonra, kamu işletmelerinin özelleştirilmesi sürecinde yaygınlaştı. Türkiye Elektrik Kurumu (TEK), Türk Telekom, SEKA gibi kurumlarda çalışan binlerce işçi özelleştirme sonrası “boşta kalmasınlar” diye 4/C kadrolarına geçirildi. Yani devlet, “işten çıkarmadım, sadece statünü değiştirdim” diyerek hukuki bir geçiş yaptı.
Ancak bu geçiş, ekonomik kriz dönemlerinde devlete esneklik sağlarken, çalışanlar açısından ciddi bir hak kaybı yarattı. Kadrolularla aynı işi yapan 4/C’liler daha az maaş aldı, sosyal haklardan mahrum kaldı, yıllık izinleri kısıtlandı. Bu durum, kamuda “eşit işe eşit ücret” ilkesini neredeyse ortadan kaldırdı.
4/C’nin Eleştirisi: Güvencesizliğin Kurumsallaşması
Eleştirel açıdan bakıldığında 4/C sistemi, modern köleliğin bürokratik bir versiyonu olarak değerlendirilebilir. Çünkü bu statü, hem iş güvencesi olmayan hem de sendikal hakları sınırlı bir istihdam biçimidir. Çalışanlar her yıl yeniden sözleşme imzalamak zorundadır; yani her yıl işsiz kalma korkusuyla yaşarlar.
Bu sistemin en çok eleştirilen yönlerinden biri, devlete “geçici iş gücü” sağlama bahanesiyle aslında kalıcı bir eşitsizlik yaratmasıdır. Akademisyenler, bu durumu “prekaryalaşma” yani modern güvencesiz sınıfın oluşumu olarak tanımlar. Türkiye’de bu sistemin uzun süre devam etmesi, kamu istihdamında etik değerlerin zayıflamasına da yol açmıştır.
Erkek ve Kadın Perspektifleri: Stratejik Bekleyiş mi, Sessiz Direniş mi?
4/C statüsündeki erkek çalışanlar genellikle “bir gün kadroya geçerim” umuduyla stratejik bir sessizlik sergilerler. Sistem içinden çözüm ararlar; sendikaya üye olurlar, dilekçe verirler, bazen siyasete yönelirler. Kadın çalışanlar ise bu süreçte genellikle dayanışma ağları kurar; kendi aralarında moral destek grupları oluştururlar.
Bu iki yaklaşımın birleştiği nokta, hayatta kalma mücadelesidir. Kadınların empatik gücüyle erkeklerin sonuç odaklı direnci birleştiğinde, 4/C’liler zamanla bir toplumsal dayanışma hareketine dönüştü. 2018’de statülerinin “4/B sözleşmeli personel”e çevrilmesi de bu kolektif çabanın sonucudur. Ancak bu değişiklik tüm sorunları çözmedi; çünkü kök neden, kamu istihdamındaki eşitsizliğin kendisidir.
Hukuki ve Etik Çelişkiler: Eşit İşe Eşit Ücret Nerede?
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 14. maddesi “ayrımcılık yasağını” düzenler. Türkiye Anayasası’nın 10. maddesi de benzer şekilde “eşitlik ilkesini” güvence altına alır. Fakat 4/C sistemi, aynı işi yapan kişilere farklı haklar tanıyarak bu ilkeleri ihlal eder niteliktedir.
Danıştay kararlarında dahi 4/C’lilerin “memuriyet görevini fiilen yerine getirdiği” belirtilmiş, ancak yasal statü değişimi çoğu zaman siyasi tercihlere takılmıştır. Bu da adalet sisteminin bürokratik katılıkla karşı karşıya kaldığını gösterir.
Ekonomik ve Sosyal Etkiler: Düşük Gelirin Yüksek Bedeli
Bir 4/C’li personelin maaşı uzun yıllar boyunca asgari ücretin biraz üzerindeydi. Sosyal hakları sınırlıydı, sendikal pazarlık gücü yok denecek kadar azdı. Bu durum, uzun vadede hem ekonomik hem de psikolojik bir yıpranmaya yol açtı.
Çalışma ekonomisi açısından 4/C, “kamu tasarrufu” gibi görünse de, aslında toplumsal maliyeti yüksek bir uygulamaydı. Çünkü düşük gelir, tüketimi düşürür; tüketim azalınca ekonominin çarkı da yavaşlar. Yani kısa vadede devlet kazandı, ama uzun vadede toplum kaybetti.
Kültürel Boyut: Devletin Baba Rolü Sarsılıyor
Türk kültüründe devlet, “baba” figürüyle özdeşleşmiştir. Halkın beklentisi, adil, koruyucu ve sahip çıkan bir otoritedir. Ancak 4/C uygulaması, bu algıyı derinden sarstı. Çünkü “baba devlet” bir kesimini korurken diğerini görmezden geldi.
Bu kırılma, toplumsal güven duygusunu da zedeledi. İnsanlar, artık devleti bir istikrar kaynağı değil, belirsizlik üreticisi olarak görmeye başladı. 4/C’lilerle kadrolular arasındaki fark, kamuda bir tür “sınıf bilinci” doğurdu.
Geleceğe Bakış: Geçici Olmayan Geçicilik
Bugün 4/C statüsü resmi olarak kaldırılmış olsa da, yerine gelen sözleşmeli sistem (4/B) benzer bir esneklik taşır. Yani sorun isim değişikliğiyle çözülmedi. Kamu yönetimi hâlâ “maliyet” temelli düşünüyor, “insan” temelli değil.
Bu noktada asıl soru şu: Devlet, çalışanına güvenmiyorsa, vatandaş devletine nasıl güvenebilir? Bu sorunun yanıtı sadece hukukun değil, toplumsal vicdanın da testidir.
Tartışma Alanı: Adalet mi, Esneklik mi?
Forumun düşünceli üyelerine birkaç soru bırakmak isterim:
Kamu yönetiminde verimlilik mi, yoksa adalet mi öncelikli olmalı?
Geçici personel istihdamı ekonomik zorunluluk mu, yoksa modern sömürü biçimi mi?
Ve en önemlisi: Devlet, çalışanını “geçici” görüyorsa, toplum nasıl “kalıcı güven” hissedebilir?
Sonuç olarak, 4/C sadece bir kanun maddesi değil; emeğin değeri, adaletin sınırları ve insan onurunun ölçüsü hakkında bize hâlâ çok şey söyleyen bir hikâyedir.
Forumdaki dostlar, selam. Kamuda çalışmış ya da bir dönem devlet kapısında “kadrolu olma” umuduyla beklemiş herkesin kulağına çalınmıştır bu ifade: “657’ye tabi 4/C’li personel.” Benim için bu sadece bir kanun maddesi değil; bir dönemin çalışma hayatına sinmiş adaletsizliklerin, umutların ve hayal kırıklıklarının sembolü. Çünkü ben de bir dönem bu statüde çalışan arkadaşlarla aynı çay ocağında oturdum, aynı işe girip farklı haklarla yaşam mücadelesi veren insanların hikâyelerine tanık oldum.
657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu ve 4/C’nin Kökeni
Türkiye’de kamu personel sistemi 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na dayanır. 1965’te yürürlüğe giren bu yasa, devletin personel rejimini belirler. Kanunun 4. maddesi kamu hizmetlerini yürüten personeli dört ana statüye ayırır:
- 4/A: Kadrolu devlet memurları
- 4/B: Sözleşmeli personel
- 4/C: Geçici personel
- 4/D: İşçi statüsündeki çalışanlar
İşte “4/C” dediğimiz statü, bu dördüncü maddenin “geçici personel” kısmına denk gelir. Yani devletin ihtiyaç duyduğu süreyle, genellikle bir yıllık sözleşmeyle istihdam edilen kişilerdir. Ancak “geçicilik” kavramı kağıt üzerinde kalır; çünkü bu insanlar çoğu zaman yıllarca aynı işi yapar, ama hiçbir zaman kadrolu olamaz.
Tarihsel Arka Plan: Özelleştirmelerin Gölgesinde Bir Statü
4/C statüsü özellikle 1980’lerden sonra, kamu işletmelerinin özelleştirilmesi sürecinde yaygınlaştı. Türkiye Elektrik Kurumu (TEK), Türk Telekom, SEKA gibi kurumlarda çalışan binlerce işçi özelleştirme sonrası “boşta kalmasınlar” diye 4/C kadrolarına geçirildi. Yani devlet, “işten çıkarmadım, sadece statünü değiştirdim” diyerek hukuki bir geçiş yaptı.
Ancak bu geçiş, ekonomik kriz dönemlerinde devlete esneklik sağlarken, çalışanlar açısından ciddi bir hak kaybı yarattı. Kadrolularla aynı işi yapan 4/C’liler daha az maaş aldı, sosyal haklardan mahrum kaldı, yıllık izinleri kısıtlandı. Bu durum, kamuda “eşit işe eşit ücret” ilkesini neredeyse ortadan kaldırdı.
4/C’nin Eleştirisi: Güvencesizliğin Kurumsallaşması
Eleştirel açıdan bakıldığında 4/C sistemi, modern köleliğin bürokratik bir versiyonu olarak değerlendirilebilir. Çünkü bu statü, hem iş güvencesi olmayan hem de sendikal hakları sınırlı bir istihdam biçimidir. Çalışanlar her yıl yeniden sözleşme imzalamak zorundadır; yani her yıl işsiz kalma korkusuyla yaşarlar.
Bu sistemin en çok eleştirilen yönlerinden biri, devlete “geçici iş gücü” sağlama bahanesiyle aslında kalıcı bir eşitsizlik yaratmasıdır. Akademisyenler, bu durumu “prekaryalaşma” yani modern güvencesiz sınıfın oluşumu olarak tanımlar. Türkiye’de bu sistemin uzun süre devam etmesi, kamu istihdamında etik değerlerin zayıflamasına da yol açmıştır.
Erkek ve Kadın Perspektifleri: Stratejik Bekleyiş mi, Sessiz Direniş mi?
4/C statüsündeki erkek çalışanlar genellikle “bir gün kadroya geçerim” umuduyla stratejik bir sessizlik sergilerler. Sistem içinden çözüm ararlar; sendikaya üye olurlar, dilekçe verirler, bazen siyasete yönelirler. Kadın çalışanlar ise bu süreçte genellikle dayanışma ağları kurar; kendi aralarında moral destek grupları oluştururlar.
Bu iki yaklaşımın birleştiği nokta, hayatta kalma mücadelesidir. Kadınların empatik gücüyle erkeklerin sonuç odaklı direnci birleştiğinde, 4/C’liler zamanla bir toplumsal dayanışma hareketine dönüştü. 2018’de statülerinin “4/B sözleşmeli personel”e çevrilmesi de bu kolektif çabanın sonucudur. Ancak bu değişiklik tüm sorunları çözmedi; çünkü kök neden, kamu istihdamındaki eşitsizliğin kendisidir.
Hukuki ve Etik Çelişkiler: Eşit İşe Eşit Ücret Nerede?
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 14. maddesi “ayrımcılık yasağını” düzenler. Türkiye Anayasası’nın 10. maddesi de benzer şekilde “eşitlik ilkesini” güvence altına alır. Fakat 4/C sistemi, aynı işi yapan kişilere farklı haklar tanıyarak bu ilkeleri ihlal eder niteliktedir.
Danıştay kararlarında dahi 4/C’lilerin “memuriyet görevini fiilen yerine getirdiği” belirtilmiş, ancak yasal statü değişimi çoğu zaman siyasi tercihlere takılmıştır. Bu da adalet sisteminin bürokratik katılıkla karşı karşıya kaldığını gösterir.
Ekonomik ve Sosyal Etkiler: Düşük Gelirin Yüksek Bedeli
Bir 4/C’li personelin maaşı uzun yıllar boyunca asgari ücretin biraz üzerindeydi. Sosyal hakları sınırlıydı, sendikal pazarlık gücü yok denecek kadar azdı. Bu durum, uzun vadede hem ekonomik hem de psikolojik bir yıpranmaya yol açtı.
Çalışma ekonomisi açısından 4/C, “kamu tasarrufu” gibi görünse de, aslında toplumsal maliyeti yüksek bir uygulamaydı. Çünkü düşük gelir, tüketimi düşürür; tüketim azalınca ekonominin çarkı da yavaşlar. Yani kısa vadede devlet kazandı, ama uzun vadede toplum kaybetti.
Kültürel Boyut: Devletin Baba Rolü Sarsılıyor
Türk kültüründe devlet, “baba” figürüyle özdeşleşmiştir. Halkın beklentisi, adil, koruyucu ve sahip çıkan bir otoritedir. Ancak 4/C uygulaması, bu algıyı derinden sarstı. Çünkü “baba devlet” bir kesimini korurken diğerini görmezden geldi.
Bu kırılma, toplumsal güven duygusunu da zedeledi. İnsanlar, artık devleti bir istikrar kaynağı değil, belirsizlik üreticisi olarak görmeye başladı. 4/C’lilerle kadrolular arasındaki fark, kamuda bir tür “sınıf bilinci” doğurdu.
Geleceğe Bakış: Geçici Olmayan Geçicilik
Bugün 4/C statüsü resmi olarak kaldırılmış olsa da, yerine gelen sözleşmeli sistem (4/B) benzer bir esneklik taşır. Yani sorun isim değişikliğiyle çözülmedi. Kamu yönetimi hâlâ “maliyet” temelli düşünüyor, “insan” temelli değil.
Bu noktada asıl soru şu: Devlet, çalışanına güvenmiyorsa, vatandaş devletine nasıl güvenebilir? Bu sorunun yanıtı sadece hukukun değil, toplumsal vicdanın da testidir.
Tartışma Alanı: Adalet mi, Esneklik mi?
Forumun düşünceli üyelerine birkaç soru bırakmak isterim:
Kamu yönetiminde verimlilik mi, yoksa adalet mi öncelikli olmalı?
Geçici personel istihdamı ekonomik zorunluluk mu, yoksa modern sömürü biçimi mi?
Ve en önemlisi: Devlet, çalışanını “geçici” görüyorsa, toplum nasıl “kalıcı güven” hissedebilir?
Sonuç olarak, 4/C sadece bir kanun maddesi değil; emeğin değeri, adaletin sınırları ve insan onurunun ölçüsü hakkında bize hâlâ çok şey söyleyen bir hikâyedir.