Irem
New member
Biyosfer Nereleri Kapsar? – Dünyanın Sadece Doğal Değil, Sosyal Katmanları da Var
Selam dostlar,
Bugün biraz farklı bir pencereden bakmak istiyorum: “Biyosfer nereleri kapsar?”
Evet, kulağa klasik bir coğrafya sorusu gibi geliyor — ama aslında öyle değil. Çünkü biyosfer yalnızca canlıların yaşadığı alan değildir; aynı zamanda insanların birbirleriyle, doğayla ve sistemlerle kurduğu ilişkilerin de aynasıdır.
Bu yazıda doğayı değil, doğanın içindeki adaletsizlikleri, eşitsizlikleri ve umudu konuşalım istiyorum.
---
1. Bölüm: Biyosfer – Yeryüzünün Canlı Katmanı mı, Yoksa İnsanlığın Sosyal Laboratuvarı mı?
Biyosfer, tanımı gereği; atmosferin alt katmanlarından (yaklaşık 10 km yukarıya kadar), okyanusların en derin noktalarına kadar tüm canlıların yaşadığı alanı kapsar. Yani, canlılığın var olabildiği her yer: toprak, su, hava, hatta mikroskobik düzeydeki organizmaların yaşadığı yerler.
Ama durun bir dakika.
Bu “canlıların yaşadığı yer” tanımı kulağa masum gelse de, aslında politik. Çünkü bazı insanlar, bazı topluluklar bu yaşam alanına eşit erişim sağlayamıyor.
Düşünün: Aynı biyosferde yaşıyoruz, ama kimimiz temiz suya ulaşamıyor, kimimiz ormanlarla çevrili bir villada nefes alıyor.
Biyosfer böylece yalnızca ekolojik değil, sınıfsal bir harita hâline geliyor.
---
2. Bölüm: Çevresel Eşitsizlik – Kimin Havası Daha Temiz?
Dünya Sağlık Örgütü’nün 2023 raporuna göre, hava kirliliğinden en çok etkilenen bölgeler genellikle düşük gelirli ülkelerde veya o ülkelerin yoksul mahallelerinde.
Yani evet, biyosfer hepimizi kapsıyor ama bazılarını daha kirli bir biçimde.
Bir arkadaşım, çevre sosyoloğu Ayşe şöyle der:
> “Doğa herkese ait gibi görünür, ama kim doğaya ne kadar yakın yaşayabiliyor, asıl soru budur.”
Kadınlar, özellikle de yoksul ve göçmen kadınlar, çevresel krizlerden orantısız biçimde etkileniyor. Çünkü su kıtlığı, gıda güvenliği, barınma gibi krizlerin yükünü genellikle onlar taşıyor.
Bu noktada empati, yalnızca duygusal değil; politik bir beceridir.
Erkekler ise genellikle çözüm odaklı düşünme eğiliminde: teknolojik yenilik, enerji planlaması, atık yönetimi gibi konulara yöneliyorlar.
Ama asıl güç, bu iki yaklaşım birleştiğinde doğuyor.
---
3. Bölüm: Irk ve Ekoloji – “Yeşil” Her Zaman Adil mi?
ABD’de yapılan “Environmental Justice” araştırmaları (Bullard, 2021) gösteriyor ki, siyah ve Latin topluluklar, beyaz topluluklara kıyasla daha fazla endüstriyel atık alanına yakın bölgelerde yaşıyor.
Yani biyosfer, biyolojik olarak herkese açık olsa da, ırksal olarak eşit değil.
Türkiye’de de benzer bir durum var.
Kürt bölgelerinde yapılan madencilik faaliyetleri veya mülteci kamplarının yer seçimleri, çevresel adaletin ne kadar politik olduğunu gösteriyor.
Yani doğa, “doğal” değil; insan eliyle sınıfsallaşmış, ırksallaşmış bir alan.
Forumda sormak isterim: Sizce doğa koruma politikaları, gerçekten herkesi kapsıyor mu?
Yoksa “yeşil” görünürlük sadece zengin ve beyaz yakalı bir ayrıcalık mı haline geldi?
---
4. Bölüm: Kadınlar ve Biyosfer – Empatiyle Direnç Arasında
Biyosferin en sessiz kahramanları genellikle kadınlardır.
Kenya’da Wangari Maathai’nin başlattığı Green Belt Movement, sadece ağaç dikme projesi değildi. Kadınların toprakla bağını yeniden kurarak hem ekolojik hem toplumsal iyileşme yarattı.
Türkiye’de de benzer örnekler var: Karadeniz’de HES projelerine direnen köylü kadınlar, doğayı korurken aslında kendi yaşam alanlarını da savunuyorlar.
Ama bu direniş genellikle “duygusal” olarak etiketleniyor. Oysa o empati, bilimsel ve politik bir sezgidir.
Bir kadın bana şöyle demişti:
> “Toprakla uğraşırken aslında kendimle uğraşıyorum. Çünkü biz kadınlar, toprağın dilini en iyi anlıyoruz.”
Bu söz, biyosferi yalnızca coğrafi değil, duygusal bir alan olarak da tanımlıyor.
---
5. Bölüm: Erkeklerin Stratejik Perspektifi – Çözüm Arayışında Bilim ve Teknoloji
Bir erkek ekoloji mühendisiyle sohbet etmiştim.
“Çözüm için sistem kurmak gerekiyor,” dedi. “Eğer su döngüsünü korumazsan, sosyal adalet diye bir şey kalmaz.”
Haklıydı. Erkeklerin genellikle yapı, sistem ve mekanizma üzerinden geliştirdiği bakış açısı, çevresel adaleti somutlaştırmak için önemli.
Ama bazen o sistem, insanın ruhunu unutuyor.
İşte o noktada, kadınların empatik yaklaşımıyla erkeklerin stratejik bakışı birleştiğinde gerçek bir eko-toplumsal dönüşüm mümkün hale geliyor.
Sizce forum ahalisi, çevre bilimi ne kadar “insan” odaklı olmalı?
Sadece karbon salınımı mı konuşalım, yoksa adaletin de karbonsuz bir geleceği mi tartışalım?
---
6. Bölüm: Sınıf Gerçeği – Biyosferin Görünmez Çitleri
Eğer biyosfer tüm canlıları kapsıyorsa, neden bazı insanlar hâlâ “yaşanabilir” bir çevreye ulaşamıyor?
Cevap: sınıf.
Bir kişi “doğa yürüyüşü” derken, diğeri “hayatta kalma mücadelesi” diyor.
İstanbul’da gökdelen manzaralı ofislerden doğa fotoğrafı paylaşmak kolay. Ama aynı şehirde, dere kenarında sel riskiyle yaşayan biri için doğa, romantik değil; tehdit.
Sınıf farkı, biyosferin sınırlarını görünmez biçimde yeniden çiziyor.
Oysa doğa, kimsenin özel mülkü olmamalı.
Belki de gerçek ekoloji hareketi, “çevreyi koru” demekten çok, “herkesin yaşam alanını eşitle” demelidir.
---
7. Bölüm: Biyosferde Dayanışmanın Gücü – Ortak Yaşamın Etiği
Biyosfer, sadece canlıların yaşadığı yer değil; birbirini dinleyenlerin alanıdır.
Eğer bir arı türü yok olursa, bir çiçek de soluyor. Aynı şekilde, bir toplumun bir kesimi susturulursa, insanlık da eksiliyor.
Toplumsal cinsiyet, ırk ve sınıf farkları, doğada yankılanıyor.
Kadınlar, erkekler, farklı ırklardan insanlar — hepimiz aynı atmosferi soluyoruz.
Ama o atmosferi kirleten sadece fabrika bacaları değil; önyargılarımız da.
Bu yüzden biyosferi korumak, yalnızca çevresel değil, etik bir sorumluluk.
---
Son Söz: Biyosferi Anlamak, Kendimizi Anlamaktır
Biyosfer nereleri kapsar?
Cevap basit gibi görünüyor: hava, su, toprak…
Ama biraz daha derin bakarsak, biyosfer bizim hikâyemizi de kapsar.
Kimin nerede doğduğunu, hangi sınıfta büyüdüğünü, kimin sesinin daha çok duyulduğunu…
Belki de en doğru soru şu:
Biz biyosferin bir parçası mıyız, yoksa onu tüketen misafirler miyiz?
---
Kaynaklar:
- Bullard, R. D. (2021). Environmental Justice in the 21st Century.
- WHO (2023). Air Pollution and Health Report.
- Maathai, W. (2006). Unbowed: A Memoir.
- Türkiye Çevre Platformu (2024). Çevresel Adalet ve Toplumsal Eşitlik Raporu.
Selam dostlar,
Bugün biraz farklı bir pencereden bakmak istiyorum: “Biyosfer nereleri kapsar?”
Evet, kulağa klasik bir coğrafya sorusu gibi geliyor — ama aslında öyle değil. Çünkü biyosfer yalnızca canlıların yaşadığı alan değildir; aynı zamanda insanların birbirleriyle, doğayla ve sistemlerle kurduğu ilişkilerin de aynasıdır.
Bu yazıda doğayı değil, doğanın içindeki adaletsizlikleri, eşitsizlikleri ve umudu konuşalım istiyorum.
---
1. Bölüm: Biyosfer – Yeryüzünün Canlı Katmanı mı, Yoksa İnsanlığın Sosyal Laboratuvarı mı?
Biyosfer, tanımı gereği; atmosferin alt katmanlarından (yaklaşık 10 km yukarıya kadar), okyanusların en derin noktalarına kadar tüm canlıların yaşadığı alanı kapsar. Yani, canlılığın var olabildiği her yer: toprak, su, hava, hatta mikroskobik düzeydeki organizmaların yaşadığı yerler.
Ama durun bir dakika.
Bu “canlıların yaşadığı yer” tanımı kulağa masum gelse de, aslında politik. Çünkü bazı insanlar, bazı topluluklar bu yaşam alanına eşit erişim sağlayamıyor.
Düşünün: Aynı biyosferde yaşıyoruz, ama kimimiz temiz suya ulaşamıyor, kimimiz ormanlarla çevrili bir villada nefes alıyor.
Biyosfer böylece yalnızca ekolojik değil, sınıfsal bir harita hâline geliyor.
---
2. Bölüm: Çevresel Eşitsizlik – Kimin Havası Daha Temiz?
Dünya Sağlık Örgütü’nün 2023 raporuna göre, hava kirliliğinden en çok etkilenen bölgeler genellikle düşük gelirli ülkelerde veya o ülkelerin yoksul mahallelerinde.
Yani evet, biyosfer hepimizi kapsıyor ama bazılarını daha kirli bir biçimde.
Bir arkadaşım, çevre sosyoloğu Ayşe şöyle der:
> “Doğa herkese ait gibi görünür, ama kim doğaya ne kadar yakın yaşayabiliyor, asıl soru budur.”
Kadınlar, özellikle de yoksul ve göçmen kadınlar, çevresel krizlerden orantısız biçimde etkileniyor. Çünkü su kıtlığı, gıda güvenliği, barınma gibi krizlerin yükünü genellikle onlar taşıyor.
Bu noktada empati, yalnızca duygusal değil; politik bir beceridir.
Erkekler ise genellikle çözüm odaklı düşünme eğiliminde: teknolojik yenilik, enerji planlaması, atık yönetimi gibi konulara yöneliyorlar.
Ama asıl güç, bu iki yaklaşım birleştiğinde doğuyor.
---
3. Bölüm: Irk ve Ekoloji – “Yeşil” Her Zaman Adil mi?
ABD’de yapılan “Environmental Justice” araştırmaları (Bullard, 2021) gösteriyor ki, siyah ve Latin topluluklar, beyaz topluluklara kıyasla daha fazla endüstriyel atık alanına yakın bölgelerde yaşıyor.
Yani biyosfer, biyolojik olarak herkese açık olsa da, ırksal olarak eşit değil.
Türkiye’de de benzer bir durum var.
Kürt bölgelerinde yapılan madencilik faaliyetleri veya mülteci kamplarının yer seçimleri, çevresel adaletin ne kadar politik olduğunu gösteriyor.
Yani doğa, “doğal” değil; insan eliyle sınıfsallaşmış, ırksallaşmış bir alan.
Forumda sormak isterim: Sizce doğa koruma politikaları, gerçekten herkesi kapsıyor mu?
Yoksa “yeşil” görünürlük sadece zengin ve beyaz yakalı bir ayrıcalık mı haline geldi?
---
4. Bölüm: Kadınlar ve Biyosfer – Empatiyle Direnç Arasında
Biyosferin en sessiz kahramanları genellikle kadınlardır.
Kenya’da Wangari Maathai’nin başlattığı Green Belt Movement, sadece ağaç dikme projesi değildi. Kadınların toprakla bağını yeniden kurarak hem ekolojik hem toplumsal iyileşme yarattı.
Türkiye’de de benzer örnekler var: Karadeniz’de HES projelerine direnen köylü kadınlar, doğayı korurken aslında kendi yaşam alanlarını da savunuyorlar.
Ama bu direniş genellikle “duygusal” olarak etiketleniyor. Oysa o empati, bilimsel ve politik bir sezgidir.
Bir kadın bana şöyle demişti:
> “Toprakla uğraşırken aslında kendimle uğraşıyorum. Çünkü biz kadınlar, toprağın dilini en iyi anlıyoruz.”
Bu söz, biyosferi yalnızca coğrafi değil, duygusal bir alan olarak da tanımlıyor.
---
5. Bölüm: Erkeklerin Stratejik Perspektifi – Çözüm Arayışında Bilim ve Teknoloji
Bir erkek ekoloji mühendisiyle sohbet etmiştim.
“Çözüm için sistem kurmak gerekiyor,” dedi. “Eğer su döngüsünü korumazsan, sosyal adalet diye bir şey kalmaz.”
Haklıydı. Erkeklerin genellikle yapı, sistem ve mekanizma üzerinden geliştirdiği bakış açısı, çevresel adaleti somutlaştırmak için önemli.
Ama bazen o sistem, insanın ruhunu unutuyor.
İşte o noktada, kadınların empatik yaklaşımıyla erkeklerin stratejik bakışı birleştiğinde gerçek bir eko-toplumsal dönüşüm mümkün hale geliyor.
Sizce forum ahalisi, çevre bilimi ne kadar “insan” odaklı olmalı?
Sadece karbon salınımı mı konuşalım, yoksa adaletin de karbonsuz bir geleceği mi tartışalım?
---
6. Bölüm: Sınıf Gerçeği – Biyosferin Görünmez Çitleri
Eğer biyosfer tüm canlıları kapsıyorsa, neden bazı insanlar hâlâ “yaşanabilir” bir çevreye ulaşamıyor?
Cevap: sınıf.
Bir kişi “doğa yürüyüşü” derken, diğeri “hayatta kalma mücadelesi” diyor.
İstanbul’da gökdelen manzaralı ofislerden doğa fotoğrafı paylaşmak kolay. Ama aynı şehirde, dere kenarında sel riskiyle yaşayan biri için doğa, romantik değil; tehdit.
Sınıf farkı, biyosferin sınırlarını görünmez biçimde yeniden çiziyor.
Oysa doğa, kimsenin özel mülkü olmamalı.
Belki de gerçek ekoloji hareketi, “çevreyi koru” demekten çok, “herkesin yaşam alanını eşitle” demelidir.
---
7. Bölüm: Biyosferde Dayanışmanın Gücü – Ortak Yaşamın Etiği
Biyosfer, sadece canlıların yaşadığı yer değil; birbirini dinleyenlerin alanıdır.
Eğer bir arı türü yok olursa, bir çiçek de soluyor. Aynı şekilde, bir toplumun bir kesimi susturulursa, insanlık da eksiliyor.
Toplumsal cinsiyet, ırk ve sınıf farkları, doğada yankılanıyor.
Kadınlar, erkekler, farklı ırklardan insanlar — hepimiz aynı atmosferi soluyoruz.
Ama o atmosferi kirleten sadece fabrika bacaları değil; önyargılarımız da.
Bu yüzden biyosferi korumak, yalnızca çevresel değil, etik bir sorumluluk.
---
Son Söz: Biyosferi Anlamak, Kendimizi Anlamaktır
Biyosfer nereleri kapsar?
Cevap basit gibi görünüyor: hava, su, toprak…
Ama biraz daha derin bakarsak, biyosfer bizim hikâyemizi de kapsar.
Kimin nerede doğduğunu, hangi sınıfta büyüdüğünü, kimin sesinin daha çok duyulduğunu…
Belki de en doğru soru şu:
Biz biyosferin bir parçası mıyız, yoksa onu tüketen misafirler miyiz?
---
Kaynaklar:
- Bullard, R. D. (2021). Environmental Justice in the 21st Century.
- WHO (2023). Air Pollution and Health Report.
- Maathai, W. (2006). Unbowed: A Memoir.
- Türkiye Çevre Platformu (2024). Çevresel Adalet ve Toplumsal Eşitlik Raporu.